İstanbul'un dört bir yanı kırmızıyla bezendi yine. İlgisiz birkaç sektör dışında neredeyse bütün vitrinlerde aynı manzara; kırmızı kalpler, kırmızı balonlar, kırmızı yazılar, kırmızı çiçekler ve hep aynı mesaj;
"14 Şubat Sevgililer Günü'nü unutmayın!" E, bu durumda unutmak ne mümkün? Son yıllarda ortak bir histeri haline gelen 14 Şubat'ın "kutlanacak gün" sıfatını nasıl kazandığını hatırlayın.
Önce, "Yurtdışında böyle de bir etkinlik var. Ne güzel! Herkes sevgilisini mutlu edecek bir şeyler yapıyor" diye başladı.
Ardından aşkın en güzel ifadesi olarak kırmızı bir gül sunuldu, çiçekçiler bayram yaptı. Daha sonra sevgi ve aşk ile özdeşleşmesi kaçınılmaz hale gelen (getirilen) kırmızı renge boyanmış neredeyse her şey, Sevgililer Günü hediyesi olarak vitrinlerdeki yerini aldı.
Kırmızı kalpler, yastıklar, fincanlar, giysiler, iç çamaşırları, gerçek veya sahte çiçekler, incik boncuk türevi şeyler, daha neler neler...
Sevgi, ispatlanması gereken bir "şey" kabul edildiği için, en cafcaflı, en renkli, en kırmızı makbul sayılır oldu. Bu yılın "trendi" ise biraz daha pahalı imalar içeriyor.
Sevgilileri kalpler, güller, yastıklar, incik boncuklar kesmemiş olacak ki, sürekli bir "tek taş" iması görülür oldu her yerde. Tv'deki reklamlarda veya gazetelerin hafta sonu eklerinden düşen broşürlerin arasında bol bol mücevher ve mücevherci tanıtımı yer alıyor.
Hadise giderek, "Kimin sevgilisi kimi daha çok seviyor? Hediyenin büyüklüğünden anlarız şimdi..." boyutunu kazanmaya başladı.
Açıkçası biraz gösterişe dönük, biraz yakışıksız ve biraz da sığ bir tutum ele geçirdi 14 Şubat'ı. Tüketim arzusu, sevginin önünü kesti sanki.
Eskilerin, "kirpiğin ucuna kondurulan kısacık bir nazar, aşıkın yüreğini dağlar..." içtenliğinin yerini, "kimin cüzdanı ağır çekerse, onun aşkı büyük olur" hükmü aldı biraz.
Halbuki aşkın bütün bunlarla ne ilgisi var? Aşk, zamanla dönüşeceği o büyük sevginin habercisi değil midir? Ve sevgililer asıl olarak birbirlerini bilmek, hissetmek ve inanmak ihtiyacı duymazlar mı?
Avucunuzun içindeki elin sıcaklığı, renkli paketlerden çıkan hediyelerden daha mı değersizdir? Asıl armağan, karşılıksız sunulan sevgi değil midir?
Sevginin büyüklüğü, sevgilinin kim veya ne olduğunu, ne iş yaptığını, ne kadar kazandırdığını silip geçmez mi?
Sevgi, "herkese ve her şeye rağmen" en kurak gönüllerde bile kendini yaşatacak bir damla gözyaşı bulup, en sığ yürekleri bile cennet bahçesine çevirmez mi?
Ve sevgililer geçici, kalıcı olan sevginin kendisi değil mi?
Öyleyse, Sevgi Günü'nüz kutlu olsun. Her yıl, 365 gün! Unutmayın! Birlikte çarpan bir çift yürek, bütün "tek taş"lardan daha kıymetlidir...